Nur Yazgan
sağlık sektöründe bulunduğu için şahit olduğu acı olayları, büyülü gerçekçilik
kurgusu ile harmanlayarak kendine has kalemi ile okuyucularıyla buluşturuyor.
Ödüllü yazar ilhama inanmıyor, ona göre ilham masaldan ibaret. Okuyucuları için
romanlarını titizlenerek yazıyor. Yazgan, “Yazmaya çok gençken başladım.
Kitaplardan oluşmuş bir dünyam vardı ve o dünyanın büyüsü ile gezerdim.”
diyerek edebiyata olan tutkusunu anlattı.
Kitap
yazmaya nasıl başladınız?
Hayatı
algılayışıma kitaplar eşlik eder, bazen iç sesim bile kitaplara has cümlelere
dönüşürdü. Zamanla bu his yazı yazma arzusuna dönüştü ve en başta kimseye
göstermediğim kısa hikâyeler yazdım. Ardından roman yazmayı denedim. Ve onda
daha başarılı olduğumu fark ettim. Ama hala yazdıklarımı çok yakınlarım dışında
kimseye okutmuyordum. Bir yayınevine göndersem ya da birine okutursam büyüsü
kaybolacak gibi hissediyordum. Böylece ben başkalarına okutmayı reddettiğim iki
roman yazdım. Bu çalışmalar benim mükemmele ulaşma arzum yüzündendi. Çok iyi
bir okurdum ve kolay beğenemiyordum. O zamanlar bir roman yazdıktan sonra
beğenmezsem ‘İnsan okuyacak bunu.’ der, tüm çalışmayı silerdim. Daha sonra
rahmetli eşim benim bu yazıp da kimseye göstermeme huyumu eleştirmeye başladı.
Ben de bu yoğun eleştirilerden bunalıp yazdıklarımı şehrimizin sevilen şairi
Ruşen Hakkı’ya götürdüm. Ruşen Hoca beni iyi bir öykücü olan Fahrettin Demir
ile tanıştırdı. ‘Yazdıklarını en iyi o değerlendirir çünkü o hem iyi bir öykücü
hem eleştiri ödülü almış bir eleştirmen.’ dedi. Böylece her yazdığımı ince ince
değerlendirerek bana tavsiyeler veren, sonraları da çok yakın bir edebiyat
dostluğu geliştirdiğimiz rahmetli hocamla tanışmış oldum. Tüm bunlar olurken
Fahrettin Demir, Duygu Asena Roman Ödülü’ne katılmam da ısrar etti ya da ödüle
benim adıma katılım yolladı, şu an tam hatırlamıyorum. Fahrettin Demir Lal
Kitap’ı çok beğeniyordu ve ödülü alacağıma emindi. Nitekim sonunda ilk
romanımla ödül alarak edebiyat dünyasına adımımı attım.
Örnek aldığınız bir yazar var mı?
Örnek aldığım bir yazar yok. Bir yazarı örnek almanın insanın özgün bir yol çizmesine engel teşkil ettiğini düşünüyorum. Ama büyülü gerçekçi tarzda yazan bir yazarım ve türün öncülerinden Gabriel Garcia Marquez ve Jose Saramago’dan etkilenirim.
HAYATIN ACI YÖNÜNDEN, BÜYÜLÜ
GERÇEKÇİ KURGULARA
Kendinizi
nasıl bir yazar olarak tanımlarsınız?
Okurların
ve edebiyat konusunda uzmanlaşmış insanların tanımlarını önemserim. Ama ben
kendimi tanımlaya ihtiyaç duymadım çünkü tanımlar insanları durağanlaştırır.
İnsan tanımlandıkça akışkanlığını kaybeder. Yine de en net söyleyebileceğim şey
büyülü gerçekçi tarzda yazmaktan çok hoşlandığımdır. Ben aynı zamanda bir
sağlıkçıyım ve hayatım boyunca kucağımda insanlar öldü, gözümün önünde birçok
acı yaşandı. Hayatın bu acı gerçekçi yönünden büyülü gerçekçi kurgulara
saklanarak kaçıyorum.
Feminist
bir yazar mısınız?
Daha önce dediğim gibi tanımlardan kaçınırım ama bu ülkede bir kadın olarak kadınların yaşamının çok ağır olduğunu düşünüyorum ve kadınların hakkını savunacak her türlü konuda var olurum. Bu anlamda feminist bir yönüm var. Ancak feminist bir yazarım diyemem. Çünkü edebiyat her türlü konu ve alanı kapsayan bir uğraştır ve ben alanımı daraltmak istemem. Yarın erkek bakışı açısıyla bir eser de ortaya koyabilirim. Nitekim Zamanın Kokusu daha çok erkek dünyasını inceleyen bir romandır.
“İLHAM
MASALDAN İBARET”
İlham
gelmesini bekleyen bir yazar mısınız yoksa ilhamını yaratan bir yazar mı?
İlhama
inanan bir insan değilim. Daha doğrusu ben yazdıklarımın tam tersine büyülü
hislere inanmayan, diyalektik bakış açısına sahip, mistik her şeyi kendine uzak
gören bir insanımdır. Dolayısıyla ilham benim için bir masaldan ibarettir. Lal
Kitap’da ilham perisini yeterince işlemiş olmam tabi ki buna inandığımı
göstermiyor. Dolayısıyla ilham diye bir şey yoktur. İnsan toplumun ve ülke
koşullarının zihninde yarattığı etkileri düşünerek konu belirler.
Kitap
yazmaya başlamadan önce ilham gelmesi için bir çalışma yapıyor musunuz?
Evet,
çalışmalar yapıyorum. Örneğin; son kitabım Leyla’da Osmanlı’nın saray yaşantısı
hakkında yıllar süren çalışmalar yaptım. Birçok kaynaktan notlar aldım. Bu
çalışma sırasında olayları oluşturacak kurgu da zihnimde ortaya çıkmaya
başlıyor zaten. Tüm kitaplarımı oluşturma aşamasında kitapta asla birebir
kullanmadığım ama çoktan zihnimde özümsediğim bir çalışma taslağı vardır.
Hiçbir şey yoktan var olmuyor, her şey emekle var oluyor. İlham denilen kavramı
kim icat etmiş bilmiyorum ama ‘İlham geldi.’ diyenlere neyin geldiğini ben de
çok merak ediyorum. Belki şiir için söylenebilir bir laf olabilir bu ama şiir
bile toplumun, doğanın ya da bir kişinin sana hissettirdikleri üzerine oluşur.
Beyin denilen muhteşem organ deneyimlerini, hislerini, okuduklarını,
izlediklerini örgütleyip senin yazmanı sağlar. Tek bir kavramla aniden ortaya
çıkmaz.
Kitaplarınız
kendiniz veya çevrenizden bir parça taşıyor mu?
Genelde yakın çevremden gözlemler kullanmam. Ancak ben de iz bırakan bazı anıların birleşimini kullandığım oluyor. Bir karakter ya da olay tek bir kaynaktan yaratılmıyor. Bu soru ile özellikle yakın çevremde çok karşılaşıyorum. ’Şu kitabınızdaki kişi şu mu?’ Hiçbir zaman bir kişiyi örnek alıp yazmadım. Sadece son kitabımda değişik bir şey yapıp kendimi de kitabın içine kattım. Leyla karakterinde fiziksel özelliklerimi ve bazı çocukluk anılarımı kullandım. Bu da kitabın özelliğinden kaynaklıydı. Kitabın sürprizinin bir parçası olmak istedim. Bu kendime oynadığım küçük bir oyundu.
GERÇEK KARAKTERLER BÜYÜLÜ EVRENDE
Sizce
kitaplarınızda ortak bir unsur var mı, var ise bu unsur nedir?
Bence en
önemli ortak özelliği büyülü gerçekçi olması. Ve muhtemelen hep böyle olacak.
Her zaman gerçek bir ana karakter insanlığın büyülü evreninde gezecek. Zamanla,
ileride, fantastik bir dünyaya da uğrayabilirim. Çünkü fantastik kurgu da çok
hoşlandığım bir türdür. Özellikle, Ursula Le Guin ve Tolkien’i çok severim. Lal
kitap’tan önceki, basılmamış roman denemelerimde fantastik dünyalar yaratmıştım.
Ama henüz gelecek hakkında konuşmak için erken. Artık tahmin edeceğiniz gibi, gelecekte
fantastik yazacağım diye net bir cümle kurup kendimi daraltmak istemeyen bir
insanım.
Okuyucularınız
şiirsel bir diliniz olduğunu düşünüyor. Şiir kitabı yazma fikrine sıcak bakıyor
musunuz?
Evet,
okurlar bunu bana her zaman söyler. Bir şiir yazmanın benim için çok zor
olacağını sanmıyorum. Ancak ben bir şair olduğumu düşünmüyorum. Çünkü şairler
yaşantılarının kendilerine hissettirdiklerini incelikle dile getiren
insanlardır. Bense kendine yazıdan bir dünya yaratıp, o dünyada oyun oynamayı seven
bir çocuğum. Gerçekte yaşadıklarımın iç dünyamda yarattığı hislerin benim için
yazınsal değeri yok. Bu edebi bir tercihten çok kişisel bir tercih. Kitaplarda
kullandığım, zaman zaman şiirsel dil kitaptaki dünyanın bana hissettirdikleri
ile ilgilidir. Gerçek yaşamdaki hislerimi ortaya koyacak güzel bir şiir kendimi
çıplak hissetmeme sebep olacaktır. Yine de manzum öykü türünde birkaç denemem
olmuştu. Ve kendimi eleştirdiğim bir konuda iyi bir şiir okuru olmayışımdır. Bu
anlamda şiire epey uzağım.
Kitaplarınızda
kullandığınız lal motifi sizin için ne ifade ediyor?
Bu motifi sadece ilk kitabım olan Lal Kitap’ta kullandım. ‘Lal’ dilsiz demektir. Ve kitabın kahramanı Zeliha, yaşadığı çevrede kimseyle konuşmayan, sessiz bir karakterdir. Zeliha üzerinden kadının yaşadığı toplumsal baskılarla dilsizleştirilmesi ve dilsizleşmesi anlatılır. Tabi ki bunlar hep Zeliha’nın kadının sadece ilham verici, mistik bir obje olduğunu varsayan ataerkil kültür yüzünden yaşanmaktadır.
KIZINI
YAZAR OLARAK KUCAĞINA ALDI
Lal
Kitap yazım aşamasındayken siz kızınıza hamile idiniz. Hamilelikteki duygusal
değişiklilik durumunun kitaba yansıdığını düşünüyor musunuz?
Evet, mutlaka bazı endişeler ve sevinçler yansıdı. En başta bir kız çocuğum olacağını öğrendiğimde zaten çocukluğumdan beri içten içe hep bir kızım olsa diye hayal ettiğim için çok sevinmiştim. Fakat sonraları bu ülkede kadınların yaşam koşullarını düşündüğümde onun karşılaşabileceği kötülükleri düşünüp çok kaygılanmıştım. Bir kadın olarak zaten hayatım boyunca bu zor koşullardan geçtiğim için gebeliğin duygusal değişimleriyle daha hassas hale gelmiştim. Zeliha’nın yaşadıklarına, gebe değilken yazacaklarıma göre iki kat öfke duyduğum doğrudur. Bir de benim bir hayalim vardı. Kızım doğduğunda bir onu bir yazar olarak karşılamak istiyordum. Ben kendini tamamlamamış bir kadındım. Çocukluğumdan beri hayal ettiğim yazar olma hevesine ulaşmamıştım. Kendini tamamlamamış bir kadın yeni bir kadını nasıl büyütebilirdi? Mutlaka ona bu yarım kalmış hayalin eksikliğini yansıtacak, onun kendi yolunu çizmesine zarar verecektim. Bu düşünceler kitabımı ona layık bir güzellikte yazma hevesimi tetikledi. Dolayısıyla bu kitap kızım Ekin Nehir Yazgan ile birlikte doğdu. Bilemiyorum, ona da karnımdayken kitabın yarattığı hislerin etkisi geçmiş midir? Çünkü doğduğunda o zaten her şeyi biliyormuş gibi akıllı akıllı bakıyordu.
ÖLÜM
DÜŞÜNEBİLEN BİR VARLIK OLSAYDI…
Zamanın Kokusu kitabında ölüme söz hakkı
tanıdınız. Peki olaylara ölümün gözünden bakmak nasıl aklınıza geldi?
Bir
sağlıkçı olarak her gün ölüme yüz yüze yaşıyorum. Bu benim içimde duygusal bir
yük haline gelmişti. Bu yükten kurtulmak istiyordum. Sonra aklımda “Her gün iç
içe yaşadığım ölüm düşünebilen bir varlık olsaydı insanı nasıl görürdü?” sorusu
uyandı. Amacım, her romanımda olduğu gibi, hayatın getirdiği sorunları kurgu
ile oyunlaştırarak içimden uzaklaştırmaktı. Çünkü edebiyat benim için her
şeyden önce bir oyundur. Şimdi düşünüyorum da bu büyük bir cesaretti. Bunu
yaptığımda, ölümü bir oyuna çeviren bu romanı yazdığımda, hayatımda çok yakınım
olan hiç kimseyi kaybetmemiştim. Roman çıktıktan 6 ay sonra eşimi kaybettim,
daha sonra da babamı. Hayatta en sevdiğim iki erkek ellerimden kayıp gitti.
Anladım ki ölüm oyun değil ve şimdi yazsam bu romanı asla yazamam. Hem bir daha
asla bir benzerini yazamayacak oluşum nedeniyle hem kusursuz bir oyunu içeren
kurgusu nedeniyle her zaman benim için öteki kitaplarımdan farklı bir yere
sahip olacaktır.
Büyülü
Gerçeklik türünde yazan bir yazar olduğunuzu biliyoruz. Bunu Zamanın Kokusu
kitabınızda hissettiriyorsunuz. Son kitabınız olan Leyla kitabında bir tarz
değişimi söz konusu mu?
Hayır,
aksine Leyla karakteri öteki kitapların büyüden etkilenen karakterlerinden
farklı olarak büyünün kendisine dönüşmüş, sahip olduğu büyülü kadınsal gücü
kullanan bir karakterdir. Bu sebeple net söyleyebiliriz ki çok büyük bir
değişim geçirmediğim sürece farklı tarzlarda yazmayı düşünmüyorum.
Muhabir: Kumsal Yürek